Sonsuzluğa vücut veren bir mananın sessiz derinliğine gizlenmiş bir el gibi, lahzalı hayatlar yaşıyoruz hepimiz.
Belirsiz ve libassızzamanlara doğru akan bir iklimin hülyasında saklanıyoruz.
Biz saklandıkça bizi biz yapan tüm değerler de bir bir akıp gidiyor.
Ne insan eski değerini taşıyor ne de zaman.
Ve değer, değerini yitirdiğinde, olağan ağırlığıyla enderinliğe inmek istiyor insan.
İnsanı görmek, görmeği de gömmek istiyor insan.
Görmek umutlandırıyor insanı belki.
Ama lahzalar fırsat vermiyor gecenin gündüze varışına.
İnsan, hüzne sarılan bir kefen gibi yalnızlaştığında, varlığın ardına gizlenmiş hakikati de görüyor en nihayetinde.
Böylece gündüz, gecenin varlığında isyana kopuyor.
İsyan, lahzanın serzenişinde kaybolurcasına susuyor.
Susmak, vücut vermiyor yaşamaya.
Tanımlanıp manalandırılan her bir lahzadan kopmak geliyor insanın içinden.
Ve serzeniş ağır bir balyoz gibi çöküyor insanın ruhuna.
Çareyi arayan insan, çaresiz kalan insana dönüşüyor bir anda.
Ve derin bir çöküşün hortumlarıyla savrulmak sehersiz bırakıyor insanı.
Sehersiz kalmamanız ümidiyle.