Tam adı Mehmet Rasim Dokur’dur. Milli mücadele yıllarında, hatta öncesinde ve sonrasında, isimleri unutulmaya yüz tutmuş olan, bu vatanın Mütevazi, Fedakar ve Asil Kahraman Evlatlarından birisidir.
1862’de, o dönemde Osmanlı İmparatorluğu egemenliğinde olan Mısır/İskenderiye’de doğdu.
Üniversite tahsilini Fransa/Sorbonne’da yapmış ve Hukuk okumuştur.
Mısır’da (Osmanlı hakimiyetinde olduğu dönemlerde) kısa bir dönem Müdde-i Umumilik (Savcı) yaptı.
1896’da Mısır’daki dokuma fabrikasını, önceden gelip görüp beğendiği Tarsus’a taşıdı.
Osmanlı İmparatorluğunun dağılması ve Anadolu’nun işgali yıllarında, Tarsus da Fransızlarca işgal edilmişti. Bu dönemlerde büyük sıkıntılar yaşadı. Fransızlara karşı direnişte büyük kahramanlıklar gösterdi.
Tarsus’un Fransız işgalinden kurtuluşu sonrası, dokuma fabrikasını faaliyete tekrar geçirmeyi başardı.
7 düvele karşı Kurtuluş Savaşı yapan Şanlı Türk Ordusunun çadır, bez, elbise gibi tüm ihtiyaçlarını karşıladı. Özellikle, fabrikada üretilen kaput bezler oldukça kaliteli ve çadır, elbise, cepheye taşınan mühimmatım yağmurdan/çamurdan korunması gibi çok yönlü kullanılabiliyordu.
Bunları üretebilmek için Mısır’da kendi adına tapulu mülklerinde yetiştirdiği tüm pamukları, o dönemin şartlarında büyük bedeller ödeyerek Tarsus’a getirtti. Türk Ordusunun ihtiyaçlarını karşılamak için fabrikasını birkaç yıl boyunca aralıksız 24 saat çalıştırdı.
Kurtuluş Savaşı kazanılmış, Türk yurdu düşmanlardan temizlenmişti. Tarihler 17 Mart 1923’ü gösteriyordu. Gazi Mustafa Kemal Paşa, eşi Latife Hanımla birlikte Tarsus’a gelmişti.
Tarsus’lular Paşayı büyük bir coşkuyla karşılamışlar, bağırlarına basıyorlardı. Paşa proğramına göre ziyaretler, denetlemeler ve halka hitaptan sonra Mehmet Rasim Beye eşi Latife Hanımla birlikte misafir olmak istemişlerdi.
Mehmet Rasim Bey büyük şeref duyarım diyerek Paşa ve eşiyle, beraberlerindeki heyeti buyur etti. Akşam yemeğinde bir araya gelinmişti.
Yemek ve sohbet faslının sonlarına doğru Mustafa Kemal Paşa, Mehmet Rasim Efendiye milli mücadeledeki desteklerinden ziyadesiyle memnun olduklarını ifade ederek teşekkür eder ve:
-Bir konumuz daha var Rasim Efendi; her türlü zorluklarına katlanarak ve hatta fabrikanızda üretimlerde kullandığınız pamukları da Mısır’dan kendi arazilerinizde ürettirip getirterek ordumuzun ihtiyaçlarını yıllarca karşıladınız. Şükürki artık hürriyetimize kavuştuk. Siz bunları Tekalif-i Milliye nedeniyle göndermiş olmalısınız. Size olan borçlarımızı artık ödemek isteriz diyerek bir Çek uzatır ve şimdilik bunu alınız der.
Ancak o dönemde Mehmet Rasim Efendiye tüm borçları ödeyecek kadar ne hazinede para vardır, ne de başka bir imkan. Çünkü Mehmet Rasim Efendiye olan borç tamamen ödenecek olsa, o günkü yeni Türkiye’nin birkaç yıllık bütçesi kadar paraya ihtiyaç olacaktır. Oysa yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti, düyun-u umumiye (Osmanlı’nın iç ve dış borçlarını denetleyen yabancı devletlerin elindeki/kontrolündeki kurum) nedeniyle, Osmanlı’dan kalan borçlar da ödenecektir.
Millet fakr-ü zaruret içerisindedir; çalışabilecek genç nüfus sürekli savaşlar nedeniyle kırılmış, tabir-i caizse elde yok, avuçta yok bir durumdadır Türkiye.
Bunlara ilaveten, milli mücadele kazanılıp, düşmanlar kovulmuş olsa da, henüz Lozan Antlaşması bile imzalanmamıştır (Malumlarınız, Lozan Antlaşması 24 Temmuz 1923’te imzalandı).
Ülke içerisinde bir kısım bölgelerde, genelde İngilizlerin tahrikiyle, isyan hareketleri nüksetmekte; sınırlarımız dışında Hatay, Kerkük, Musul vb konular sıcaklığını ve belirsizliğini korumaktadır.
İşte bu yemekli toplantı tam da böyle sıkıntılı ve zor bir dönemde yapılmaktadır.
-Paşam der Mehmet Rasim Efendi, siz ölümü göze alarak bu milletin önüne düştünüz; kimsenin ümidinin olmadığı bir zamanda ümitleri dirilttiniz ve bu vatanı kurtardınız. Ne sizin, ne de ordumuzun bana hiçbir borcu yoktur. Onların tamamı benim ordumuza, milletimize, devletimize hediyemdir. Ben, değil hepsini veya bir kısmını yada bu uzattığınız çeki, 1 kuruş dahi almam. Umarım bir daha bu millet bu zorlukları yaşamaz, Allah bir daha bu millete öyle zorluklar yaşatmasın ama eğer yaşarsak ben ve fabrikam yine milletimin emrindedir.
Gazi Paşanın ve heyetin gözleri dolar. “Bu vatanı bu milletin gayreti ve azmi kurtaracaktır demiştik. Başardık. Ekonomik savaşımızı da aynı gayret ve azimle kazanacağız” der.
O dönemlerde, bu vatanın Mehmet Rasim Bey gibi gerçek evlatları mallarıyla, canlarıyla cihad ederken, azınlıklar, fırsatı ganimete çevirerek iyice zenginleşmişler, daha sonraki yıllarda, ne acıdırki, vatanın özgürlüğü için savaşan vatanın gerçek fedakar evlatları onların yanlarında işçi olarak çalışmak zorunda kalmışlardır.
Soyadı Kanunu çıktığında Mehmet Rasim Beye Atatürk tarafından “Dokur” soyismi verilir.
Türkiye’nin ilk ve en eski fabrikası olan M. Rasim Dokur’un dokuma fabrikası, Kurtuluş Savaşımız sonrasında da, 1965’lerde vergi borcu yüzünden ve mirasçılarının da isteğiyle tasfiye edilinceye kadar, Tarsus ve civar il/ilçeler için iş ve aş kapısı olmuştur. 100’lerce Anadolu insanı fabrikada çalışarak hem kendi rızkını kazanmış, hem de ülke ekonomisine katkılar sağlamıştır.
Bugün Tarsus’ta adını yaşatan Rasim Dokur Anadolu Lisesi vardır. Bir de Rasim Dokur Beyin dokuma fabrikasından geriye kalan fabrikanın bacası halen ayaktadır. Baca, Adana Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulunun 21.12.1998 tarihli 3253 sayılı Kararı’yla Anıt Eser olarak tescil edilmiş ve koruma altına alınmıştır.
Bacanın üzerinde yer aldığı ve yaklaşık 700 m2 olan arazinin de park olarak düzenlendiği anlaşılmakla birlikte, bu alana rahmetli M. Rasim Dokur büyüğümüzü hiç unutturmayacak bir anıt yapılsa ve bir de kitabe şeklinde hizmetleri yazılsa ne kadar şık olur ve vefa borcumuzu kısmen ödemiş oluruz diye düşünüyorum.
30 Aralık 1953’te İstanbul’da vefat eden Mehmet Rasim Dokur’un cenazesi Feriköy mezarlığına defnedilmiştir.
Allah rahmet eylesin, mekanı cennet olsun. Allah kendisinden razı olsun..