Merhaba sevgili okurlarım...
Aslına bakarsanız bahsetmek istediğim konu önyargılarımız. İlk önce ne olduğuna değineyim. Önyargı, anlamını adından da çıkarabileceğimiz üzere yaşadığımız, deneyimlediğimiz olaylar, durumlar neticesinde beynimizde bu olay ve durumlara yönelik oluşturduğumuz ön bir duygu ve yargı kodlamalarıyla benzer durum ve olaylar yaşadığımızda bu kodlamaların zihnimizdeki çağrışımları sonucunda edinmiş ve yerleştirmiş olduğumuz olumsuz ve zarar verici yargılarla düşünmek, davranmak, konuşmak, iletişmektir, kısacası önceden oluşturulmuş olumsuz duygu ve algı yapılanmamızla edindiğimiz inançla yorumlama yapmamız olarak ifade edilebilir.
Buradan anlaşılacağı üzere önyargı olumsuz değerlendirmeleri doğurur, geniş bir yönden, başka bir açıdan bakabilmenin önüne engeller koyar. Çünkü kişi, yukarıda tanımlarken bahsettiğim kodlamaları kanıksar. Buna inanır ve bu inanç o kişi tarafından sürekli kullanıldığı için yerleşir ve artık değiştirilemez ifadeler hâline gelir. Farklı düşünebilmenin yollarını bu kodlamalarla tıkar nihayetinde. Aslında gerçek olan, onun düşündüğü gibi olmayabilir. Ancak öyle güçlü inançlardır ki önyargılar, kendi gerçekliğini yaratır. Ve bu yaratılan gerçeklik bağlamında yaşam şekillendirilir.
Her insan, kendi düşünceleri, yargıları etrafında bu hayatta yer kaplar, bu hayattaki yerini ifade eder. Dümdüz, dar bir çerçeveye hapsedilen hayatlar, önyargılar tarafından beslenir, istisnaları mecburiyetler sebebiyle var olabilir tabii ki. Ancak genelde kişi kendisi seçer böyle yaşamayı. Ve bu durumun çoğunla farkında da değildir. Yani önyargılarıyla yaşadığının ve hayatını bu şekilde inşa ettiğinin farkında değildir.
Sonuç: Kişi önyargılarını destekler, büyütür, geliştirir ve korur. Can-ı gönülden de doğruluklarına inandığı için kişi kendisini bu yargılar çevresinde haklı bulur. Örneğin; bir komşunuzun kapıyı açıp siz karşı kapınızda ayakkabınızı bağlarken size bir müddet bakmasından rahatsızlık duyup direkt önyargılarınızı konuşturabilirsiniz. Önyargınız der ki: Sana bakması, seni kontrol amaçlı. Bu sebeple, ters davranırsan eğer bir daha yapamaz. Böylece komşunuza ters davranırsınız, ancak komşunun esas amacı, kapıyı açmışken size selam vermek ve ayakkabısını giyip markete gitmektir.
Örnekten de anlaşılacağı üzere, inandığımız yargılar belleğimize yapışır ve ötesini göremememize sebep olur. Bu körlük, psikolojimize bağlı olarak da yoğun ya da geçirgen bir özelliğe sahip olabilir. Önemli olan önyargıları fark edebilmektir. Yoğun körlük durumlarında bu fark edişler bazen mümkün olmayabilir. Çünkü tüm zihin ele geçirilir güçlü yargılar tarafından.
Sanırım işte bu yöne dikkat etmek gerek. Önyargıları güçlendirmemek, bir fark ediş alanı bırakmak, ama en başında kendimize dönüp bakmak. Kendi aynasına bakan insan, suçlamadan önce kendi ihmalini görür. Kendi bakış açısını süzgeçten geçirir, tahlil eder.
Sonuç olarak önyargılardan bağımsız olamasak da onları en aza indirebilmek ve başımıza gelebilecek olay ve durumlar için tepkilerimizi, düşüncelerimizi, yorumlarımızı her zaman seçebilecek bir konumda olduğumuzu unutmamakla beraber olay ve durumları, sakin kalıp anlamaya çalışmak sanırım önyargıların beslenmesinin önünü kesebilecek türden yaklaşımlar olur.
Ve gülümsemek tabii ki... Öyle etkilidir ki bütün buzları da, zihnimizden ve yüreğimizden eritiverir. Anlayış en gözde yolumuz olsun. Hoşgörüye açılan ne kadar kapı varsa açık bırakmak, kilitlerden kurtulmak bize iyi gelecek. Hiç kimse kimsenin ne amaç ve düşüncede, ne niyette olduğunu tam anlamıyla bilemez. Kimse kimsenin ne yaşadığını, ne türden deneyimlerden geçtiğini bilemez.
İşte bu sebeple, birbirimize en başta varoluşu düşünerek saygı göstermek, “hâlden anlamaya” da yöneltecektir bizi.
Sevgiyle...