Yurttan Sesler
Hazır mısınız? Yazıyorum.
Dün 12 yaşımdaydım...
“Meşrubat satın almak için su satan çocuklar.”
Seyir halindeyim. Keçiören’den Yenimahalle istikametine doğru gidiyorum. Kasalar mevkiini geçtim. Alışveriş merkezinin önündeyim...
Söğüt altı serinliği ve açık hava ferahlığı niyetiyle belirlediğim buluşma noktamıza yaklaştım. Buluşma saatimizden epeyce erken gelmiştim aslında. Trafik lambası kırmızıya döndü, yavaşladım ve durdum. Orta refüjün betonuna oturmuş, sırtını demire yaslayıp ayaklarını da yola uzatmış 10-12 yaşlarındaki iki erkek çocuğunu, son anda fark ettim. Biraz daha ilerleyip yanlarına yaklaştım, ayaklarını toplamalarını söylemek niyetiyle camı açtım. Trafik lambalarında bekleyip dilenen yahut mendil satan tiplere benzemiyorlardı. Ben henüz bir şey demeden, çocuklardan biri “Su satıyorduk abi. Maalesef suyumuz bitti. Olsaydı sana da satardık, şansına küs” dedi, bilmiş bilmiş... Hiç ses etmedim, tebessümle karşılık verdim, torpido gözünden, çocuklarım için her zaman bulundurduğum bir paket bisküviyi çıkarıp uzattım. Belli ki iki kafadar birbirini ateşlemiş, su satıp para kazanma sevdasına kapılmış ve soluğu trafik lambasında almışlardı. Biri utandı, dizlerini karnına doğru çekerken yüzünü de yere eğdi. Diğeri ise utangaç olanın omzuna dirseğiyle dürttü, ‘Alayım mı, ne dersin’ der gibi baktı, onay veren bakışı gördükten sonra uzanıp paketi aldı “Sağ ol abi” dedi. “Afiyet olsun akıllım, paylaşırsınız aranızda ama burada oturmanız çok tehlikeli, ayaklarınızı da uzatmışsınız yola, Allah korusun, sürücüler fark edemeyebilir” dedim ve camı kapattım.
Lamba halen kırmızı...
İkisi de oturduğu yerden kalkıp refüj başına doğru yürümeye başladı, sola dönüp karşıya geçtiler ve gözden kayboldular. Lamba yeşile döndü, hareket ettim. Lambanın bulunduğu yerin bir ilerisinden U dönüşü yapıp, buluşma noktamız olan hemen sağdaki çay bahçesine yanaştım. Arabayı park ettikten sonra çay bahçesine girdim, boş masalardan birine yöneldim, sandalyeyi çekip oturdum. Genç bir garson geldi, çay istedim. Bir de baktım ki bizim su satan iki kafadar, üç beş masa ileride oturuyor. Seyre koyuldum tebessümle. Garsonlardan biri elinde tepsiyle yanlarına gitti ve iki kutu meşrubatı bıraktı masalarına. Verdiğim bisküvi paketini açtılar, meşrubatlarını da içerek yemeye başladılar. Meşrubatları bırakan garsona seslendim, yanıma gelidi. “Şu çocukların hesabını bana yaz, onlardan para alma, hesabı benim ödediğimi de sakın söyleme” dedim. “Peki abi” deyip gitti. İkisinin de keyfine diyecek yoktu. Biri pipetle meşrubatın içine üfleyip fokurdatıyor, diğeri içine çektiği meşrubatın pipetteki yükseliş ve iniş hareketini izliyordu. Bir süre sonra bisküvi bitti, kutunun dibinde kalan meşrubatın son damlasını bile pipetle içlerine çekmeye çalıştılar, utangaç olan, bisküvi jelatinini havaya kaldırıp kırıntıları ağzına akıttı, heyecanlı ve hararetli hararetli konuştular, sonra ceplerinden çıkardıkları bozuk paraları masanın üzerine döküp saydılar. Masadan kalkarken bir miktarını tekrar ceplerine koyup avuçlarında tuttukları diğer parayla garsona yaklaştılar. İkisi de avuçlarında ayrı ayrı tuttukları parayı garsona uzattı. Garson tembihlediğim gibi davrandı, çocuklar birbirine baktı, utangaç olan göz ucuyla sağını solunu taradı, minnet ve saygı hareketleriyle garsona birşeyler söylediler ve fısıldaşa fısıldaşa çay bahçesinden çıktılar. Garson bana baktı, işlem tamam der gibi başını hafif sağa ve öne doğru eğdi, ben de sağ elimi kalbimin üstüne götürüp teşekkür ederim işareti yaptım.
O iki kafadar bisküviyi yedi ama keyfini ben çıkardım...
O iki kafadar meşrubatlarını içti ama keyfini ben çıkarttım... Sonra İsmail’in kulağını çınlattım... Ulan İsmail, dedim, ulan İsmail... Aklına uydum da neler yaşattın bana...
Şimdi İsmail’i arayıp bu olayı anlatsam, aynı biz, der... Aynı biz...
Afşin Termik Santralini yapan ANO şirketinin dev çöplüğünden boş viski, rakı, şarap vs şişeleri toplamıştık İsmail’le. 12 yaşımızdaydık. Gazoz satın alacaktık... Niğde Gazozu... Saatlerce sürdü toplamamız. Ekim soğuklarında, dört derecelik göz suyunun içinde titreye titreye yıkayıp temizledik, yeniden şiltelere doldurduk. Yaklaşık beş kilometre ıslak ıslak sırtımızda taşıdık. Şişeleri satacağımız dükkana geldik, lakabı ‘Kurt’ olan adamın karşısına, göğsümüzü gere gere, mağrur tüccarlar gibi dikildik... Vee muhteşem final; BU ŞİŞELER İŞE YARAMAZ YEĞENİM, ÇÖPE ATIN.
Dün 12 yaşımdaydım...
Meşrubat satın almak için su satan çocuklar sayesinde...
Dün 12 yaşımdaydım...
Fotoğrafın yazı ile ilgisi % 50
Çömelmiş, yüzü buruşuk olan benim. Yanımdaki ağabeyim. Ayaktakiler ablam ve amcam.
Afşin / sanırım 1981
12 yaşıma çok var...