“İslam, günümüzde dünyanın her noktasında kriz yaşayan bir dindir. Bunu sadece Fransa'da değil her yerde görüyoruz.”
Bu cümleleri Fransa Cumhurbaşkanı Macron geçtiğimiz hafta yaptığı ve İslam’ı terörle ilişkilendirme algısını canlı tutmaya yönelik yaptığı bir konuşmasında kurdu. Aslında 11 Eylül ile başlayan bu algı süreci çeşitli zamanlarda sürekli olarak ısıtıldı, kullanıldı ve PKK/YPG’nin meşrulaştırılması için kullanılan proje örgüt DEAŞ eliyle zirve noktalarından birisini gördü. Ancak son dönemde bir nebze de olsa, dünya gündeminin yoğunluğu, pandemi süreci gibi sebeplerle arka planda kalmıştı. İşte Macron özellikle Akdeniz’de yaşanan kriz devam ederken, Ermenistan-Azerbaycan gerginliğinin çatışmaya dönüştüğü bir anda yeniden bu algıya sığındı.
Dünyada sözde radikal İslam’la mücadele etmek istediğini öne süren batı ülkelerinin aslında İslam ile terör ifadelerini bir araya getirmek için ne tür kurgular hayata geçirdikleri herkesin malumu… Bizzat ABD Başkanının “DEAŞ’ı Obama ve Clinton kurdu” cümlesi hepimizin hafızalarında… DEAŞ’ın zirve yaptığı dönemlerde Fransız LaFarge Şirketinin örgütü nasıl finanse ettiği yine ortaya çıkan gerçekliklerden birisi…
(Eylül 2017’de bu köşede “ABD’nin gayrimeşru çocukları” başlığıyla yazdığım köşe yazısında –ki bu ifade daha sonra yaygın şekilde kullanılmaya başlandı- Batı’nın “İslami Terör” ifadesini olgunlaştırırken aynı anda bunu bölgesel hedefleri için nasıl kullandığını da analiz etmeye çalışmıştım.)
Batının temel hedefi “radikal İslam ve radikal İslami örgütler” kavramlarıyla ve yine sözde bunlarla mücadele adı altında sahada amaçlarına ulaşmaktır. DEAŞ’la mücadele bahanesiyle Suriye’de terör örgütü PKK nasıl uluslararası kamuoyuna “özgürlük savaşçıları”, Libya’da darbeci Hafter nasıl uluslararası kamuoyuna “Libya’nın kurtarıcısı” gibi lanse edilmek istendiyse birçok farklı amaç içinde bu algı kullanıldı ve kullanılıyor. Hatta kendi ülke insanlarını “disipline etmek” için bile bu algıyı, beraberinde bu örgütleri kullandılar. Şimdi kendi ülkesinde hiçbir zaman İslami değerlere saygı göstermemiş bir proje devlet adamı İslam hakkında yorum yapma hadsizliğini gösteriyor.
Ülkesinde İslam’a ve İslam dinine hakaret edilirken bunu “özgürlük” olarak niteleyenler kendi inançlarına veya düşüncelerine en ufak bir eleştiri getirildiğinde tahammülsüzlükte zirve yapıyorlar. Charlie Hedbo Dergisi’nin İslam’a ve Peygamber Efendimize yönelik saygısızlıklarını “Bu bir basın özgürlüğü meselesidir ve ben özgürlükleri savunmak için buradayım” sözleriyle değerlendiren, geçmişi soykırım ve insani dramlarla dolu bir ülkenin lideri olan Macron, temelinde insan, sevgi, hoşgörü, yardımlaşma olan dinimiz hakkında yorum yapabilecek son kişilerden birisidir.
Batı dünyası kavramların içini boşaltarak bu kavramları kendi istedikleri istikamette anlamlandırma konusunda uzmandır. Özgürlük kavramı sadece kendi düşünce yapılarını yansıttığı sürece özgürlük, demokrasi kavramı sadece kendi çıkarlarını destekliyorsa ve kendi istedikleri sonuç elde ediliyorsa demokrasidir. Dünyanın neresinde olursa olsun destekledikleri taraf galip geliyorsa yaşananlar meşru hak arayışı, kaybediyorsa bu bir savaş, insan hakları ihlalidir.
İki hafta önce yazdığım yazıda yer alan şu cümlelerle bitirelim. “Macron AB üzerinde vesayet sahibi, karar alıcı bir Fransa hedefinde… Brexit sonrası oluşan dış politika boşluğunu tek başına, mali boşluğu ise yine kendi öncülüğünde Almanya ile birlikte doldurmak istiyor.”
Velhasıl; Macron’un boyunu aşacak birçok hamlesine ve hadsiz söylemlerine tanıklık etmeye devam edeceğiz. Zira onu bir proje olarak yıllar önce yanlarına alanlar, bankalarında yetiştiren, kurduğu hareketi finanse edenlerin sözcülüğünü yapmak zorunda...
Şu bilgiseli okursak "sahiplerini" de tanımış oluruz. (https://twitter.com/anlamayacalisan/status/861682412488720384)