Geçtiğimiz yılın başından itibaren Körfez ülkelerini, Filistin meselesini ve İsrail’i takip eden herkes ABD Başkanı Trump’ın damadı ve danışmanı olan Kushner’in planlamasını yaptığı “Yüzyılın Anlaşması” denilen sözde barış planının olası içeriğini ve olası sonuçlarını konuştu. Bu köşede de 3 farklı başlıkta sözde barış planını ve olası sonuçlarını inceledik. Bugün ise mevcut gelinen noktada olası sonuçların geniş anlamda örtülü hedeflerine bakmak istiyorum.
Öncelikle şunu belirtmek gerekiyor. ABD ve İsrail’in söz konusu barış planını hayata geçirmeye çalışırken en büyük hedeflerinden birisi de İran’ı bölgede tam anlamıyla yalnızlaştırmak, İran’ın Suriye, Lübnan ve hatta mezhep temelli bağları nedeniyle diğer Arap ülkeleri içerisindeki kliklerini de aynı anda etkisizleştirmekti. Bu amacın belki de ABD ve İsrail’in hatta devşirdikleri bölgesel yönetimlerin dahi beklemediği kadar kolay olduğunu söylemek gerekiyor. ABD ve İsrail çeşitli zamanlarda İran’ın olası reflekslerini kontrol etti ve beklediğinden çok çok uzak geri dönütler aldı. Örneğin Ocak ayında ABD bir operasyon ile İran’ın önemli isimlerinden Kasim Süleymani’yi öldürdü. Herkes bu suikaste önemli bir tepki gelecek derken ve hatta İran’da bu yönde açıklamalar yaparken konu İran’ın ABD’nin Irak’ta bulunan varlıklarına attığı birkaç füze ile son buldu. Yine İsrail savaş uçaklarının Suriye ve Lübnan’da bulunan İran hedeflerine periyodik olarak yaptıkları saldırılarda bir karşılık bulmadı, bulamadı. (Bu saldırılara Rusya’nın sessizliği de farklı bir ittifakın izleri) Tüm saldırılara ne İran yönetimi ne de Hizbullah küçük istisnai durumlar dışında etkin bir cevap veremedi. Ve artık İsrail’in Arap diplomatlara İran’ı artık askeri bir tehdit olarak görmediklerine dair söylemleri olduğu yüksek sesle konuşulan bir realite haline geldi. Nitekim MOSSAD Başkanı Cohen’in de bir toplantıda Arap yetkililere “İran’ın kontrol altına alındı” cümlesini kurduğu yerel kaynaklarca yayınlanmıştı.
Süreç içerisinde ABD, İsrail ve devşirdikleri bölge yönetimleri için hedef bir anda “etkisizleştirilen/kontrol altına alınan” İran olmaktan çıktı ve tam anlamıyla Türkiye oldu. Bir anda tüm Arap ülkeleri hep bir ağızdan Türkiye’yi hedef almaya başladılar. Aslında bu hedef alışın zemini çok önce hazırlanmıştı. Zira bazı Arap ülkeleri 15 Temmuz’un finansmanında dahi yer almışlardı. Arap Ligi olarak tanımlanan bölge ülkelerinin bir araya geldiği toplantıda yapılan açıklamalar ise hedef ve niyetin ilk ağızlardan ilanına sahne oldu.
“Arap dünyasını tehdit eden 'yeni yabancı işgalci' Persler değil, Ruslar bile değil asıl Türkler” açıklamasını yaptılar.
Libya’da Hafter’in arkasında, D.Akdeniz’de Yunanistan ve Fransa safında, Sırbistan’da ve hatta Ermenistan’da başta BAE olmak üzere Arap ülkelerinin etkinlik çabalarını net olarak görebiliyoruz. Tek tek hangi bölgede neler yaptıklarına tabiî ki bakmak gerekiyor ancak hedefte artık açık ve net şekilde Türkiye olduğu aşikar! Nelerden korkuyorlar? Öncelikle Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki Türkiye’nin müslüman halklar üzerindeki etkisinden, ikinci olarak mevcut siyasi iradenin MHP ile birlikte Türk dünyasında daha da belirginleşen ve güçlenen ağırlığından, üçüncü olarak Cumhur İttifika’nın iç siyasetten önce ülke menfaatlerini önceleyerek, Suriye’de, Irak’ta, Libya’da, D.Akdeniz’de, Karabağ meselesinde ve daha birçok noktadaki dik duruşundan ve hedeflerini baltalamasından… Biden’ın muhalefeti destekleyeceğiz ve Macron’un derdimiz Türkiye ile değil Erdoğan’la söylemlerinin amacı bu bilgiler ışığında bakınca daha da netleşiyor sanırım.
İki önemli hatırlatma ile yazıyı şimdilik bitireyim;
İlk hatırlatma; İsrail Askeri İstihbarat Dairesi 2020 istihbarat değerlendirmesinin bir parçası olarak, İsrail'in ulusal güvenliğini tehdit eden ülkeler listesine Türkiye'yi de dahil etmiş olması.
İkinci hatırlatma ise Washington Post’un kısa süre önce attığı şu manşet; “Türk ordusu Osmanlı’dan bu yana hiç bu kadar küresel bir etki alanına sahip olmamıştı.”
Anlamak isteyenler için her şey çok net aslında…