ABD’de yaşananları sadece ırkçılık temelinden okumak kısıtlı ve dar kalıplara sığdırılmış bir bakış açısı olacaktır. Olayları ABD’nin genel yapısı üzerinden incelemek gerekiyor. Öncelikle ilk altını çizmemiz gereken konu ABD iç dengelerinde yaşanan çekişmelerdir. Bu çekişmeyi klasik olarak Pentagon-Beyaz Saray çekişmesi üzerinden ama bu çekişmeye sebebiyet veren farklı noktalardan değerlendirmek istiyorum.
ABD’nin iç politikası kısır döngüler üzerinden süregiden bir tekdüzeliğe sahiptir. Kurucu unsurlar olarak kendilerini tanımlayan ve aynı zamanda kendilerini üstün gören Anglosakson eksenle birlikte, hem bu gruba dâhil diyebileceğimiz hem de çeşitli noktalarda ayrılan farklı fraksiyonlarda iç dengede önemli yer tutmaktadır. Bunların başında “toplumsal olarak muhafazakâr, siyasette ise milliyetçi” olarak tanımlanan Jacksoncu anlayışa sahip olanlar geliyor. Jacksoncular iç siyasette geleneksel ve milliyetçi değerleri koruma temelli hareket ederken, dış politikada ise güvenlik odaklı bir anlayışı benimsemektedirler. Bugün Pentagon’un özellikle Suriye’deki yaklaşımlarına baktığımızda bu bakış açısı ile büyük ölçüde örtüştüğünü görebiliriz. Oysaki özellikle son dönem ABD Başkanları konuyu dış politika anlamında biraz daha farklı değerlendiriyor. Özellikle Trump, yüksek oranda, yeni nesil savaş anlayışı olan “vekalet savaşları” taktiğini uygulamak, yani elin taşıyla elin kuşunu vurmak isterken; Pentagon ise “olayın kaynağı neredeyse ABD kendi güçleri ile fiilen orada olmalıdır” mantığını uygulamak istiyor. Bu durum dış politikada çeşitli çelişkilerin ortaya çıkmasına sebebiyet veriyor.
Tekrar konumuza dönersek; aslında Trump’ın iç politikada attığı adımlar Jacksoncular ile büyük ölçüde benzerlik göstermektedir. 1829-1837 yılları arasında görev yapan Andrew Jackson, Alexander Hamilton tarafından kurulan Amerika Merkez Bankası’nı (FED) veto etmişti. Tıpkı Trump’ın şu an FED’e karşı çıktığı gibi… Jackson’da muhafazakar değerleri önceleyen (bizdeki muhafazakarlık tanımı ile düşünmeyelim), orta sınıfı destekleyici üretim politikalarının önünü açmak isteyen, önce ABD diyen birisiydi. Trump’ın seçim kampanyasında ki çıkış noktası neydi? “Önce ABD”…
Jackson’un sürdürdüğü iç siyaset yörüngesi nihai olarak ABD’de bir iç savaşa neden olmuştu. Bu iç savaş o dönem “hümanist Kuzey” ile “kölelik yanlısı Güney” arasında yaşanan bir savaş gibi gözükse de aslında sanayileşmesi yükselmiş, daha elit grupların ikamet ettiği Kuzey ile tarımsal üretimin yüksek, çiftliklerin yoğun olduğu Güney arasında yaşanmıştı demek bugünden bakınca daha anlamlı gelmektedir. Ayrıntı iyi anlaşılmalıdır. “Gerçekte iki kampta aslında savaş öncesi köleliği yaşatıyordu ve savaşın sonunda iki kampta kölelik karşıtı oldu. Köleliğin sona ermesi, köleliğin kaldırılması taraftarlarının çabasıyla değil, her iki kampın yeni askerler edinme zorunluluğu sonucunda gerçekleşmiştir.”George Flyod’un öldürülmesi ile başlayan süreç iç politikadaki düşünsel karşıtlığın yeni bir hesaplaşmasına dönüşmek üzeredir. Zira, daha öncede ırkçılık temelli benzer olaylar yaşanmış (en son 2017’de) ancak hemen hemen hiçbir zaman üst düzey katılım gerçekleşmemiştir. (Polis müdürleri, valiler)
İç politikada Jackson ekseninde, dış politikada ise aksi istikamette hareket eden Trump üçüncü bir istikametin yolunu çizmektedir. Çöken ülke ekonomisini düzeltmeye çalışırken, bunu kabullenmemek isteyen ABD’lileri yaptıklarının doğruluğu konusunda ikna etmek zorunda kalıyor. ABD’nin ancak yeni hedefler koyarak ayakta kalabileceğini anlatmaya çalışıyor.
ABD’de yaşanan olayların sadece siyah-beyaz ayrımı olmadığını olaylara dair yayınlanan videolardan da anlamamız mümkün durumda… Müesses nizamın aktörleri/kurumları ile Trump arasında bilek güreşi yaşanmaktadır.
Yaşananların sonucu ne olursa olsun; hiçbirimiz olayları burada kısıtlı şekilde, sadece tek yönlü anlatabildiğim iç dengeler yönüyle değil tıpkı ABD iç savaşından sonra olduğu gibi ABD’nin dünyaya son raddede yansıttığı şekilde hatırlayacağız. Yani nasıl hatırlamamız isteniyorsa…