Yurttan Sesler
Ateş, düştüğü yerde ateş...
- Aloo! Tayfun, babam öldü!
Vakitsiz çalan telefonla alacağım KÖTÜ HABER korkumla yüzleştim. Çalan telefona cevap verip, haberi almaya dayanamayacak kadar zayıf olduğum yanımla tanıştım. Vakti gelmiş olanın haberini alma acısını hissettim. Vakti gelenlerden olduğumu hissettim.
Vakit, saat ne olursa olsun, her aradığında, telefonu esprili bir cümleyle açardım. Yine öyle yaptım.
- HAYIRDIR AĞAM, UYKU TUTMADI DA MASAL ANLATMAMI MI İSTİYORSUN?
- Aloo! Tayfun, babam öldü!
Saatte yüz kilometre hızla giderken, ön cama çarpan sinek gibi paramparça oldum. Ne diyeceğimi bilemedim. Hem hıçkıra hıçkıra ağlıyor hem de ne olduğunu anlatmaya çalışıyordu. Elli yaşında, feleğin çemberinden geçmiş koskoca adam çocuklar gibi hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Anlattı, ağladı... Ağladı, anlattı...
Pandemi tedbirleri sebebiyle defne yakın akrabalar haricinde katılan olmadı. Taziye için gelenleri kapıda bekleyen bir delikanlı geri çevirmek zorunda kaldı. Beş gün böyle geçip gitti ve kendisini Ankara’ya götürmemi istedi. Küçük kardeşi Ramazan, uğurlarken beni bir kenara çekti “Abim sana emanet, Ankara’da yalnız bırakma, gözünü seveyim” dedi.
Yola çıkar çıkmaz, hayat boş gardaş, diyerek konuşmaya başladı;
- İnanamıyorum Tayfun, inanamıyorum. Babam öldü... Yani artık babamı bir daha göremeyeceğim. Yani babamı bir daha arayamayacağım. Yani, “babam nasıl” diye anama bir daha soramayacağım. Yani artık, babam diye, gidip bir toprak yığınını ziyaret edeceğim. İnanamıyorum...
Sapasağlam adam bir anda göçüp gitti. Biz O’na layık evlatlar olamadık Tayfun. Çok dürüst, çok temiz, çok yardım sever bir adamdı. Dünya malıyla hiç işi olmazdı. Kapısında garipler, yetimler, fukaralar hiç eksik olmazdı. Anam da hiç şikayet etmez, babamın hayır işleri için sürekli misafir ağırlardı. Rahmetli derdi ki; İnsanın eti yenmez, derisi giyilmez. İnsan dediğin bir iç alem. İnsan dediğin el, ayak, dil, dudak değil. İnsan dediğin başka bir şey.
Biz babama layık evlat olamadık. Tarif etmeye çalıştığı gibi insan olamadık. Babam parayı, malı, makamı elinin tersiyle itmiş bir adamdı, biz ise para hırsında, mal derdinde, makam sevdasında ömür tükettik.
Köyün çıkışından anayola dönünce mezarlık göründü. Eliyle arabanın ön konsoluna iki kere vurdu, az yavaşla gardaş, dua okuyayım rahmetliye, dedi ve ellerini açtı... Duasını bitirirken hıçkırıklara boğuldu, duadan sonra haykıra haykıra “Allah’ıma emanetsin babam! Rahmetin bol olsun babam! Hayırlarınla karşılanırsın inşallah babam!” dedi ve tişörtünün önünü yüzüne kadar sündürüp göz yaşlarını sildi.
- La Tayfun, Allah senden razı olsun. Ankara’ya yalnız dönmek çok ağır gelirdi bana. Evde dik durmaya çalışıyordum ama inan ayakta zor duruyordum. Her anlatılan şeyin içinde babam var, her yapılanın içinde babam var ama babam artık yok... Odaya gidip gizli gizli ceketini kokladım la gardaş. Ayakkabısının içini bile kokladım. Bu acı bambaşka gardaaş... Bildiğin gibi değil. Ramazan’ın bebesi ağlamaya başlayınca içim sızladı, ağlatmayın çocuğu, ne istiyorsa verin, dedim. Telefondan ninnili falan bir şarkı açtılar, o şarkı bile içimi sızlattı gardaş.
Ne vasiyet etmiş anama biliyon mu... Ben senden önce ölürsem odadakileri dışarı çıkar, yüksek sesle başımda Kur’an oku. Kur’an bittikten sonra kısık sesle, mezarımı derin kazın dar olsun türküsünü söyle. Kimse türkü söylediğini duymasın, kınarlar seni. Benim duyabileceğim kadar olsun. Türküden sonra da cenaze namazımın nerede kılınacağını, mezarımın nereye kazıldığını falan anlat, ben seni duyarım, demiş. Anam ilk gece bizi çıkardı dışarı, rahmetlinin vasiyetleri vardı, dedi. Kur’an okuduğunu duyduk ama gerisini duyamadık. İçeriden mırıl mırıl sesler geliyordu. Definden sonra sordum anama, anlattı sağ olsun.
Ön camda vızıl vızıl çırpınarak dışarı çıkmaya çalışan arıyı görünce sustu, torpido gözündeki kaza tespit tutanağından bir sayfa kopardı, camı açtı, süpürür gibi iki üç hamle yapıp arıyı dışarı çıkardı, hadi git çocuklarına, dedi.
Belki bir gece vakti, belki bir öğlen saati, kim bilir... Vakti gelenlerden birinin haberini alma acısıyla yüzleşeceğim. Belki ilk sıradayım, vakti gelip, haberi verilenlerden biri olacağım. Kim bilir... Bir sevenim, bir sevdiğini arayacak ve diyecek ki; Aloo! Tayfun öldü! Kim bilir...
Vakitsiz çalan telefonla alacağım KÖTÜ HABER korkumla yüzleştim. Ve anladım ki, ATEŞ, DÜŞTÜĞÜ YERDE ATEŞ...
Allah Rahmet eylesin HACI FİKRİ ÇETİNKAYA ya mekanı Cennet olsun iNŞAALLAH.. Sefer Reis senin, ailenin ve tüm sevenlerinin başı sağolsun.