1983-1990 yılları arası Türkiye ile Bulgaristan’ın arası oldukça gergindi. Bunun başlıca 2 sebebi vardı: Bulgaristan’da yaşayan Türk azınlığın zorla isimlerinin ve dinlerinin değiştirilmesi ve asimilasyon. Bununla da kalınmıyor, mallarına zorla el konuluyor, dini inanç ve ibadetlerine müdahale ediliyordu. Uygulananlar açık açık asimilasyon ve hatta kısmi soykırım idi. Ünlü Belene Kamplarını sırf bunun için kurmuşlardı.
Bunların hepsi Lozan Antlaşmasına aykırı idi ama Lozan Antlaşmasını taktığı yoktu Bulgaristan yönetiminin.
O dönem Bulgaristan, kominist rejimin ağır baskıcı rejimi altında ve Devlet Başkanı Todor Jivkov tarafından yönetiliyordu.
Türkiye’de ANAP iktidarda idi, Başbakan Turgut Özal ve Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in olduğu dönemlerdi.
1984’ten itibaren baskılar ve zulümler artık en üst seviyelerdeydi. Soydaşlarımızın maruz kaldığı insanlık dışı baskılar, çektiği sıkıntılar artık son raddelere gelince, devletimiz Bulgaristan’dan gelecek soydaşlarımıza kapılarını tekrar açtı.
Türkiye, Bulgaristan’dan gelecek soydaşlarımızı alacağını önceki yıllarda da defalarca beyan etmişti esasında ama, Bulgar hükümeti “onlar Türk değil, müslüman Bulgarlardır, kimseye zulüm edildiği falan da yok” diyerek göçe izin vermiyordu.
Yıl 1989’du. Birkaç ay boyunca Kapıkule’den hergün 10’larca hatta 100’lerce araç, otobüs vs ulaşım aracıyla Kapıkule’den Türkiye’ye giriş yapan soydaşlarımız, mutluluk gözyaşlarıyla eğilip toprağımızı öpüyorlardı. Bu şekilde Bulgaristan’dan Türkiye’ye göç eden soydaşlarımızın sayısının 350.000’den fazla olduğu söylenilir.
O dönemlerde, sadece Bulgaristan’da değil, SSCB egemenliği altında bulunan ve Doğu Bloku olarak adlandırılan (Romanya, Çekoslovakya, Polonya, Doğu Almanya, Macaristan, Yugoslavya, Arnavutluk, vb) gibi bir çok ülkeden, hatta SSCB’nin merkezi olan Rusya’dan bile batılı ülkelere kaçmak isteyen milyonlarca insan bir fırsat, bir bahane arardı ve en kolay kaçış şekli, ülkelerin spor milli takımlarında olup, batılı ülkelerden birinde yapılacak uluslararası bir müsabaka döneminde kaçıp genelde ABD, İngiltere, Batı Almanya gibi ülkelerin büyükelçiliklerine sığınmak, paçayı kurtarabilirse de oradan istediği ülkeye gönderilmesini sağlamak şeklinde oluyordu.
İşte böyle bir ortamda, Bulgaristan Halter Milli takımında harikalar yaratan Türk kökenli Naim Süleymanoğlu, uluslararası bir müsabakada, Türk Milli Takımından sporcularımıza bir fırsatını bulup gizlice, Bulgaristan’da yaşananları anlatır ve “lütfen beni kaçırın, yaşananlara dayanamıyorum artık, her an kontrol altındayım, herşeyimiz kısıtlı, üstelik ben Türküm, ben de Türkiye’ye gelmek, Türk vatandaşı olmak ve Türkiye’m adına yarışmak istiyorum” der. Der demesine ama bu işin şakası yoktur, çünkü kaçış başarılmazsa Naim bir daha uluslararası turnuvaları götürülmeyeceği gibi, o dönem Bulgaristan’ın maalesef ünlü “Belene Toplama ve İşkence Kampı”nı boylayacağı kesindir.
Naim Süleymanoğlu’nun bu talebi milli sporcularımız tarafından hocalarına, oradan kafile başkanına, oradan Gençlik ve Spor Bakanımıza derken, nihayet Başbakan Turgut Özal’a intikal ettirilir.
Başbakan Özal kayıtsız kalmaz ve hemen çalışmalara başlanılması talimatını verir ve “Naim’i en kısa ve en uygun zamanda alıp getirelim” der. Devletimizin ilgili birimleri derhal harekete geçerek, detaylı çalışmalar ve planlar yaparlar.
Yıl 1986’dır. Avustralya’nın Melbourne kentinde yapılmakta olan Dünya Halter Şampiyonasında, Bulgar Milli Takımında “Naum Shalamanov” da vardır. Bu, zorla ismi değiştirilen Naim Süleymanoğlu’dur. Henüz 19 yaşındadır ve özbeöz Türk’tür. Dünyanın saygın, genç, popüler ve sayılı rekortmen sporcularından da birisidir.
Melbourne’de işçi olarak çalışan Türk asıllı 5 Bulgar vatandaşı ile temas kurulmuş ve Naim’i kaçırma operasyonu tüm detayına kadar planlanmıştır. Bu 5 kişinin dışında, kendisine önemli bir görev verilen ve verilen görevi kusursuz yerine getiren, bu 5 kişiden birinin kızı olan 18 yaşındaki Beyhan vardır.
Beyhan, 6 Aralık 1986 günü imza isteme bahanesiyle Naim’in kaldığı otele gider. Bulgar Kafile başkanını ikna eder. Kendisi de Bulgar vatandaşı olduğu ve Bulgarca konuştuğu için pek zorlanmaz. Korumaları da uzaklaştırıp, yani bir fırsat yaratıp Naim’le lobide birkaç dakika da olsa başbaşa kalınca, hızlıca planı anlatır ve yarın gece Bulgar Milli takımının yemek yiyecekleri Leonda Restauranttan kaçırılıp Türkiye’ye götürüleceğini anlatır. Naim o gece sevinçten ve heyecandan uyuyamaz.
Ertesi gün yemekte, Naim tuvalete gitmek için masasından kalkar ve tuvalete gidiyormuş gibi hareket ederek arka kapıdan çıkarılır ve dün konuştukları gibi sarı renkli Datsun marka aracın başında kendisini bekleyen Beyhan’ı görür.
Hemen araca atlayıp, rahmetli Musa Sayan’ın evine götürürler. Sabah olunca da, planlandığı gibi gizlice ve doğruca Melbourne Türk Konsolosluğu’na giderler.
Gece, operasyonun ilk ve zor kısmı başarılınca, sabahleyin zaten büyükelçiliğimize ve konsolosluğumuza gereken şekilde ve gizlilikte, gereken talimatlar da gelmiştir.
Naim’in Restauranttan kaçtığı gece ise, önce Bulgar milli takımında, sonra elçiliklerinde ve nihayet Bulgaristan’da ortalık karışsa ve kimlerin kaçırdığı yada kimlerle kaçtığı tahmin edilse de en küçük delil olmadığından, resmî bir protesto vs yapamamaktadır Bulgarlar.
Sabahleyin, operasyonun ilk bölümünün başarıldığını öğrenen Başbakan Turgut Özal’ın Büyükelçimizi bizzat arayarak, Naim’in ilk uçakla Avustralya’dan çıkarılması talimatıyla, sabahleyin ilk uçak Londra’ya olduğundan, kendisine hazırlanan başka bir pasaportla ve yanına kendisine eşlik etmek üzere verilen bir diplomat ve bir de yakın korumayla, transit vizesi de alınarak hemen ertesi günün sabahı Londra’ya uçurulur Naim.
Londra’ya indiklerinde, Londra Büyükelçimiz Rahmi Gümrükçüoğlu’nun resmî diplomatik makam aracıyla havalimanından büyükelçiliğimize getirilir.
Bu arada kaçış duyulmuş ve Bulgar hükümeti ve devlet başkanları yüksek perdeden bağırmaya, birden uluslararası hukuktan vs dem vurmaya başlamışlardır. Oysa daha Lozan Antlaşmasına uymayan kendileridir.
Türkiye Cumhuriyeti Londra Büyükelçiliğinin önü İngiliz MI-6 ajanları, Bulgar ajanları ve yüzlerce gazeteciyle çevrilmiştir.
Başbakan Turgut Özal, İngiltere Başbakanı Margaret Thatcher’i arayıp yardım ister. Thatcher’in Özal’a cevabı “Alın götürün, ben duymamış olayım” olmuştur.
Başbakanlığın ATA isimli uçağı Londra’ya uçar.
Büyükelçilikte yeni bir plan yapılır. Naim’e benzeyen, 1.51-1.52 boylarında olan, büyükelçiliğimiz aşçılarından birisi, giydirilir, güneş gözlüğü kaşkol pardesü derken gizemli bir hava verilir. Elçiliğimizin önüne camları filtreli 3 araç yanaştırılır ve Naim’in dublörü yapılan aşçı, şemsiyeler açılarak ve korumalar eşliğinde araca bindirilip, araçlar gaza basarak son hız elçilikten ayrılırlar. Güya peşindekileri atlatmak için biraz şehir turu yaparlar ve son anda da havalimanına gitmekten vazgeçip elçiliğe döner gelirler.
Bu 1-2 saat içerisinde ise, Naim sakin bir şekilde, Ankara’dan Londra’ya Başbakan rahmetli Turgut Özal tarafından gönderilen Başbakanlık Başdanışmanları Can Pulak ve Selim Egeli eşliğinde çoktan Londra Havalimanına gelmiş, ATA uçağına binip Türkiye’ye hareket etmiştir.
Türkiye’ye dönüş sırasında, riskli olduğundan Bulgar hava sahasını kullanmaz pilotumuz, Yunanistan’a güvenmeyip Yunan hava sahasını da kullanmak istemez, neticede o koridorlarda risk alıp alçak uçuş yapmak suretiyle gelmek zorunda kalırlar ve sağ salim de gelirler.
Uçağımız, kendi hava sahamıza girince Başbakan Turgut Özal’a, belli silsilelerle Avustralya ve İngiltere Büyükelçiliklerimize haber verilir. Bu arada Naim ve uçaktakiler birbirlerine sarılarak “başardık” diyerek sevinç çığlıkları atmaktadır.
Londra Türkiye Büyükelçiliğimizin önü halen daha aynı kalabalıklığını korumaktadır. Onlar, “Türkler bir kaçış denemesi yaptılar ancak başaramadılar, her an tekrar bir kaçış olacak” diye beklerlerken, ATA uçağımız Türk Hava Sahamıza çoktan girmiş, hatta Türkiye’ye inmek üzeredir.
Büyükelçiliğimiz önünde bekleyen mahşeri kalabalığa haber vermek üzere bir görevli dışarı çıkarak, “arkadaşlar sabahtan beri bekliyorsunuz, yoruldunuz, ama artık beklemeyin, Naim Türkiye’ye inmek üzere, muhtemelen birazdan basın toplantısı yapılacak, TV’lerden canlı yayında izlersiniz, hemen giderseniz yetişip izleyebilirsiniz belki” deyince ortalık bir daha karışır.
ATA uçağımızın Esenboğa’ya inmesi planlansa da, olay duyulur duyulmaz, bu sefer Esenboğa Havalimanına yüzlerce gazeteci ve vatandaş akın edince, uçak Ankara Mürted Askeri Havalimanına iner.
Başbakan Turgut Özal da oraya gelmiştir ve Havalimanında Naim’i de yanına alıp bir basın toplantısı düzenleyerek, tüm dünyaya duyurur. Bu bir taraftan bir güç göstergesidir, diğer taraftan yıllardır Bulgaristan’da yapılan ancak Bulgaristan’ın ısrarla red ve inkar ettiği zulümlerin doğruluğunun dünyaya ispatıdır. Nitekim yıllar sonra Todor Jivkov (ki Sovyet Rusya tarafından 10 Aralık 1989’da görevinden ayrılmak zorunda bırakılmıştır), Naim’in kaçışı ve Başbakan Özal ile yaptıkları basın toplantısında ve sonrasında yapılan açıklamaların kendilerini zorda bıraktığını söylemiştir.
Devamında, Bulgaristan, vatandaşının ve sporcusunun Türkiye tarafından kaçırıldığını söyleyerek, uzun süre geri istese de, alamayacağını anlayınca bu sefer para ister, o zamanın dünyasında önemli bir meblağ olan 10 milyon dolar para ödenir Bulgaristan’a; ancak bu şekilde lisansı verilir ve Türkiye adına yarışmasına müsaade edilir.
Buna rağmen Bulgarlar, Naim’in Türkiye’de heder olacağını, dünya çapında bir sporcunun Türkiye tarafından kandırılarak yazık edildiğini vs vs söyleyerek, bir sürü olumsuz propaganda yaparlar. Ancak Naim Türkiye Cumhuriyeti Devleti forması ve Türk Bayrağı altında Avrupa, Dünya ve Olimpiyat Şampiyonluklarında çok sayıda rekorlar kırdı, şampiyonluklar kazandı.
Naim Süleymanoğlu 28.11.2017’de, 50 yaşında vefat etti; Naim’in Türkiye’ye kaçırılmasının ilk ve en zor bölümünde olağanüstü işler başaran, rahmetli Naim Süleymanoğlu’nu Avustralya’da Bulgar Milli takımının yemeğinden kaçıran ekibin başı olan ve Naim’i o gece evinde saklayan, ertesi sabah da yeni kıyafetleriyle sağ salim Konsolosluğumuza teslim eden, Musa Sayan 30 Ocak 2021’de Avustralya/Melbourne’de vefat etti.
Diğer taraftan, bu kaçışın başarılmasında en başından en sonuna kadar katkısı olan ve her türlü riski göze alarak gereken adımları atan, talimatları veren ve her bir aşamayı adım adım takip eden rahmetli Başbakanımız Turgut Özal başta olmak üzere, Melbourne’de yaşayan vatanperver Türklere, Avustralya ve İngiltere Büyükelçilerimize, Konsoloslarımıza, diplomatik temsilcilerimize, pilotumuza, refakat edenlere ve bilinen bilinmeyen herkese bir vatandaş olarak teşekkür ediyorum. Vefat edenlere Allah’tan rahmet, sağ olanlara sağlıklı uzun ömürler diliyorum.
Keşke diyorum, bu olayların hepsi, dünya çapında ses getirecek şekilde harika bir film yapılsa ve bu filmde bugün unutulup giden, Bulgar Komünist rejiminin ünlü Belene kampına ve bu kampta soydaşlarımıza yapılan zulümlere, katliamlara da yer verilse. Bugün 40 yaş altında olan bizim kendi gençliğimizin bile bilmediği tüm bu olaylar, yapılacak bu filmle dünyaya gösterilse, ne kadar güzel olurdu, öyle değil mi? Umarım sesimizi birileri duyar; kimbilir?
Cep Herkülümüz Naim Süleymanoğlu’na ve onu kaçıran ekibin başı Musa Sayan’a Allah’tan rahmet diliyorum, Allah onlardan razı olsun; mekanları cennet olsun.