Sessizliğin hüzün kokan anlarını yâd ederek öylece bakıyorum geceye.
Gece, sessiz bir iklimin mahkûmiyetinde üşürken, demlene demlene yağan kar, oturmak istiyor sabaha.
Gözlerim, gecenin derinliğinden sessiz çığlıklar biriktiriyor.
Ve usulca Duduk çalıyor acı acı.
Nasırlı bir yüreğin çığlıkları karşılıyor beni sonra.
Gece, ben ve hüzün, sayfaların satırlarına meydan okurcasına direniyoruz.
Her yer, siyahın gizeminde saklanıyor böylece.
Kifayetsiz kalan sadece satırlar değil.
Koca bir ömür, acının kanatan cenderesiyle mücadele ediyor.
Kas katı kesilen bir ocak ayında, soğuğun perçemli direnişine selam eden kar, beyaz bir gelinlik gibi resmediyor her şeyi.
Yol, yolcudan arileşiyor.
Ve konaklanan bir bahar yok ötede.
Tılsımsız bir güneşin üşüten bakışları naralarla dökülürken her tarafa, öteden bakan bir bakış sarıyor bütün soğukluğumu.
O bakış ki yaşamdan öte beni, sesten öte kokuyu, ölümden öte Tanrıyı gösteriyor bana.
Böylece hüzün ve acı, kifayetsizleşen bakışını, bir bir bırakıyor.
Nağme nağme dizilen satırların her biri, o bakışların derinliğinde kimlik kazanırken, gece hükümranlığını devrediyor sabahın sesine.
Sabaha yürüyen adımlarım bir başka acının, bir başka hüznün pençesine takılı takıla ilerliyor.
Çünkü dışarıda oluk oluk kendini arayan bir hengâme var.
Ve Ahparig öksüz bir evlat gibi suskun.
Ötede duran bir anne, Ceylansız kalan ömrünün hüznüyle yıkanıyor.
Çığlıkları ölümü utandırıyor.
Ölüm utandıkça ben susuyorum.
34 can, incisiz taneler gibi dizili ötede.
Ekmeğin kavgasında direnen nasırlı bir el, evladının çığlıklarına koşuyor.
Koştukça yıkılıyor bakışlarım.
301 çığlık gök kubbeyi kanatıyor.
Kanayan sadece gök kubbe değil, emredilen yaşamın tüm kimlikli hali kanıyor.
Doğrulmaya çalışıp ilerlemek istiyorum.
Ancak adımlarım engel olmuyor acıları görmeme.
Ve kulakları sağır eden bir sessizlikle bir çığlığın Gülistanı yayılıyor ötede.
O çığlık yayıldıkça, çöküyor dizlerim umutsuzluğun pençesine.
Her yer, fikir zindanlığına dönüşmüş bir gerdanlık gibi renksiz bir bakış.
Bir bankta oturup, hiç durmadan buram buram çığlık kokan bir sessizlikle soğuk kaldırımlar karşılıyor beni.
Karşılaştıkça amcam geliyor aklıma. Boğazım düğümleniyor.
Duruşuyla, ilkeleriyle, sözleri ve kalemiyle emeği, hakkı, hukuku, adaleti şiar edindiği uzunca adımları önüme seriliyor.
Serildikçe kanıyor içim.
O ölüyor ben kanıyorum.
Ve Uğurlar olsun dercesine bakıyor yaşam.
Yaşam uğurluyor uğrundan olan kalemini.
Ancak durmuyor acıyla akan nehirler. Susmuyor ölümün narası.
Bahar, sessizliğin ardında gizlendikçe, acıyı resmediyor bir başka mevsime.
Sır, sırrın derinliğinde, sırrın sahibine anlatıyor teslimiyetini.
Ve saatler, dakikasızlığın can alıcı anlarını topluyor ardından.
Ahh ahparig,
Ahh sevgilim,
Gözlerim, gecenin derinliğinden sessiz çığlıklar biriktiriyor.
Ve usulca Duduk çalıyor acı acı.