Antik yunan efsanesine göre Prometheus, Tanrı Zeus’tan gizlice ateşi çalmış ve insanlığa vermiştir. Bu duruma çok öfkelenen Zeus, Prometheus'u o zamanlar kimsen in yaşamadığı Kafkas Dağlarında zincire vurdurur.
Yanına da bir kartal bırakır. Bu kartal her gün Prometheus'un ciğerini yer ve her seferinde Prometheus'un ciğeri tekrar oluşur. Bu şekilde Prometheus'a işkence edilir. Prometheus Herkül tarafından kurtarılır.
Zeus bu duruma bir şey demez ancak zincir halkalarının Prometheus'un ayağında kalmasını sağlar. Böylece Prometheus sonsuza kadar cezalandırılmış olur. Zeus insanlardan da intikam almak istemektedir.
Bu yüzden Hephaistios’a’a emir vererek balçıktan bir kadın figürü yapmasını ister ve ardından Pandora’yı yaratır. Ve Pandoranın içine her türlü kötülüğü bırakır.
Böylece Pandora, Antik Yunan'da kötülüğü simgeleyen ilk kadın olarak kabul edilmeye başlanır. Pandora, insanlık arasında mutsuzluğu salıvermiştir. Böylece kötülükler dünyaya ve insanlığa yayılmıştır.
Artık lanetlenen kadındır.
Aslına bakarsanız Pandoranın, içinde bulunan kötülüklerle beraber Antik yunan felsefesinden itibaren kadın olarak tasvir edilişi ve kadının kötülükleri yayan bir varlık olarak simgelenmesi hemen hemen bütün coğrafyalarda gerçekleştirilmiştir.
Ancak Pandora, aslında kendinden olmayanın, senin gibi bakmayanın, farklı görünenin, farklı düşünenin ‘’kötüleştirildiği’’ bir felsefe.
Uygar dünya elbetteki bu çürük felsefenin önüne pekâlâ geçmiştir. Ve geçmektedir.
Ancak ne acıdır ki, temel hak ve özgürlüklerin gerçek anlamda güvenceye alınmadığı tüm toplumlarda pandora, halen kadındır, farklı olandır, farklı düşünendir.
Ve o kutunun içinde kötülüğün her türlüsü renklendirilmiş ve kadına bağlanmıştır.
Dışlanan kadındır.
Hor görülen, katledilen kadındır.
Tecavüz edilip ‘’kirletilmesi’’ erkek faşizminin kirli yüzünü taşıyanlarca da hak olarak görülmektedir.
Çünkü eril zihniyet, her şeyin üstünde bir irade ile karşılanır bu tarz coğrafyalarda.
Öyle olmasaydı, 27 yaşındaki Pınar Gültekin ve nice kadınlar sokak ortasında vahşice katledilir miydi?
Kadınların katledilmesi, erkeğin gücünün fenomen halinin bu coğrafyaya yansıması ile daha da güçleniyor.
Pınar, daha 27 yaşında genç bir kızdı. Muğla’da üniversite okuyordu. Hayalleri özlemleri, umutları vardı. Nice genç kızların hayalleri gibi.
Sonsuz bir rahmetin, sonlu bir cana bahşettiği ömrü, bir erkek tarafından sonlandırıldı.
Ormanlık bir alanda, eski sevgilisi olduğu söylenen bir erkek tarafından acımasızca katledildi.
Pınar, bu acının hayata yansıyan resimlerinden sadece biri.
Nice Pınarlar katledildi ve katledilmeye devam ediyor.
Bir toplumda, kadınlar vahşice katlediliyorsa neye yarar ki o toplum.
O toplum en ileri seviyelere ulaşma gayreti içinde olan bir toplum olsa bile, kadını katleden bir güruha engel olamamak nasıl bir acizlik, nasıl bir kendini bilmezliktir.
Fiziksel güçten öteye geçemeyen bir gücün, kendinden fiziksel olarak zayıf olan birine karşı gösterdiği vahşiliğin tanımı var mıdır?
Yaratıcının yeryüzündeki kanıtı olan kadınların yok edilmesine hukuk bir çare bulamaz mı?
Bunun için kafa yorup dertlenen bir siyasi otorite var mıdır? Varsa şayet ne derece etkin rol oynamaktadır?
Erkek faşizminin önüne geçip vahşi katliamlara son diyebilmenin anahtarı nerededir?
Cezaların caydırıcılığı ne şekilde sağlanabilir?
Hukuk ile hemhal olan hukuk hocalarının, Hukuk Profesörlerinin, avukatların, Yargıçların böyle bir derdi yok mudur?
Bir kadının katledilmesi, bir erkeğin katledilmesinden ucuz mu görülüyor bu toplumda?
Demokrasi dediğiniz şey, bireylerin temel hak ve özgürlükleri ile can ve mal güvenliklerinin teminini sağlamak değil midir?
Yoksa Anayasada yer alan temel hak ve özgürlükler, sadece erkekleri mi korumaktadır?
Bu denli ağır bir utancı içinde yaşayan koca bir toplumun ve bu utanca ortak olan Yargının, kadın katliamlarına topyekûn ses çıkarmaması, ayağa kalkmaması, isyan etmemesi hangi vicdanla izah edilebilir?
Hakikat dediğiniz şey, sadece bize bir saldırı olduğunda mı tanımlanıyor?
Bizim gibi coğrafyalarda kadın olmak zordur.
Anne olacaksın, eş olacaksın, sevgili olacaksın, evlat olacaksın, tacize uğrayacaksın, namus simgesi yapılacaksın, uğruna şiirlere, aşklara, sevdalara konu olacaksın; ama en nihayetinde erkek faşizminin kurbanı olup katledileceksin.
Ne güzel kader.
Korkunç bir acı ve kederle yıkanıyor bu coğrafya.
Her türden acının ve kederin yaşandığı bu coğrafyada yaşamak çok zor.
Aslında bu distopik ruh, sadece kadın katliamlarında renk almıyor, farklı düşünen, farklı yaşayan her bir kesim, aslında eril faşizminin bir şekilde mağduru oluyor.
Çünkü erkek faşizmi bu coğrafyanın kaderine işlemiş durumda.
Bu kaderi değiştirmek bizlerin elinde.
Adalete olan bakış, umut olmaktan çıktığında, insanların başvuracağı tek yer şiddet olur.
Bu korkunç çürümeyi aşabilmenin yegâne yolu, temel insan hak ve özgürlüklerini gerçek manasıyla içselleştirmekten ve büyük bir zihniyet devrimini sağlamaktan geçiyor.
Herkesin insanca yaşayabildiği, özgür ve refah içinde yeni nesillere bakabildiği bir coğrafyayı sağlamak hepimizin görevi.
Uygar dünyanın standartlarına çıkabilmemizin tek yolu budur.