Merhaba sevgili dostlarım...
Bugün sizlere birazcık insan bencilliğinden bahsedeceğim, hatta insan demeyelim de “insancık”ların diyelim anlamlar birbirine karışmasın. Çünkü insan olmanın öz çekirdeğinde kirli bir bencillik duygusunun yatmadığını düşünenlerdenim. Olsa olsa eti kemiği dışında insan olmaya uzak bir varlığın bünyesinde taşıyabileceği bir kömür karası ve bunu taşırken asla kirlenmiş yüreğinin, kararmış benliğinin farkına varamayan; kötülük bağışıklığı kazanmış, alışmış ve yozlaşmış bir yaşamın getiricisi olmaya yakışık bulunabilen insancıkların durumuna uygun düşebilir bu kör bencillik. Burada üzerinde durduğum ve duracağım bencillik, kişinin kendisine ve çevresine zarar verici, yıkıcı mahiyette olan bencilliktir. Çıkarcıdır, gerçek faydadan uzaktır. Yoksa saf bencillik, kişinin kendisine de kimseye de zarar vermez, zaten adı da “kendine saygı” ve kendi yaşamının dinamiklerinde söz sahibi olabilme, kendine denge içinde değer verebilme kuvveti olarak içerik bulur ki bu da zaten olmazsa olmazdır.
Şu an içinde bulunduğumuz, tüm dünyanın içinde bulunduğu garip savunma mekanizmaları yaratılarak insanın o saf çekirdeğinin içinin boşaltıldığını, zehirli bileşiklerle kuşatıldığını görmekteyiz. Buna en iyi örnek şu koskoca teknoloji, bilim ve uygarlık çağında, günümüzün insan hakları ve değerlerini sözde savunucu ve değer verici görünen, iklim krizine çareler arayıcı bir imaj çizen, çocukların, kadınların, zor durumda kalan yaratılmışların tümünün, hayvanların haklarını bangır bangır yayınlayan ve kesinlikle koruyacaklarına ant içen ülkelerin pis çıkarcı zihniyetleriyle ve bu yüzyılda hâlâ doyuramadıkları kirli bencillikleriyle savaşlar, yeni yıkımlar yaratmaları, en vurucu ve bariz iki yüzlülüğün fark edilebilmesi ve bu çirkin, kapkara bencilliğin anlaşılabilmesi için görünürdeki en doğru örnek olur. İkiyüzlülüğün kanını emmiş ve bu kana doyamayan bir yaratıktan insan soyu yetişebilir mi? Ben sanmıyorum. Attıkları sloganlara, yaşamın yanındaymış gibi verilen demeçlerine güvenilebilir mi peki? Asla... En kötüsü de sanırım bunun farkında olmayışları. Yani kötülük kanı içip beslendiklerinin farkında değil bu vampirler. Onlara göre yaşamın doğal getirisi bu: Güçlü olan daima zayıf olanı ezer... Hayata bu doğrultuda baktıkları için, insancık olabilmiş ancak insan olamamış, zihinlerinde ilkelliğin yaşatıldığı ve büyütüldüğü iklimlerine diğer insanları da peşi sıra sürükleme gayretleri içinde olmaları şahit tutuyor bizi. Ancak buna prim vermeyen ve bu hayatın onlardan ne beklediğinin farkına varmış olan, yaşamlarını anlamlandırma yoluna gidenler tarafından onaylanmadığında, meşrulaştırılmadığında durumlarının nasıl da sönebileceğini, güçlerinin nasıl da gerçek güç olmadığının dile gelebileceği bir yaşam uzaklarda değil.
Herkes kendi çıkarını düşünürse, insanlıktan hiçbir zaman nasibimizi alamayacağız maalesef. Ortak paydada buluşmak uyumu, sorunların çözümünde beraber hareket edebilmek birliği ve şu koskoca dünyayı paylaşabilmek kardeşliği, barışı getirecek. Belki de o kör, kara bencilliklerin sonunu getirecek. Yaratılmış her şeyin, yaratılan her şey için olduğunu bilmek ve bu bilgiyi özümseyip buna uygun davranmak, tüm savaşları bitirebilir: kendimizle de, ülkelerle de, diğer türlerle de...
Ellerimize bulaşan o kömür karalığı, bu yüzyılın renkleriyle asla uyumlu değil, aslında hiçbir yüzyılda da uyumlu olmadı, olmayacak da. Dünyanın, kendisini yaşatmayı seçecek renklere, sevgiyle açacağı ellere ihtiyacı var; o şefkat dolu, merhamet dolu ellere. İşte o zaman “insancıklar” yok olacak yeryüzünde, kömür karası bencilliklerden temizlenecek gezegen ve yeni bir tür doğacak: adı da “insan” olacak...
Sevgiyle...